ADIYİTİK (Meçhule mektuplar)
İstekli mi geldim sanıyorsun ben bu dünyaya, bakıp da bu kendimle barışık yaşantıma? Terin tuzu karışırken sevdalı bakışlarıma, yalnızlıklar kuşatırdı gün doğumlarımı… Alacaklıydım! Alacaklıydım bu dünyadan, alacaklıydım yaşamadıklarımı. Yitik sevdalarımı alacaklıydım! …
Yenilgiler kuşatırken örselenmiş bedenimi, kimse, kimse tutmadı uzanan ellerimi…
Hüzün kıyılarında el sallarken çocukluğum, kıyısız kentlerin yağmurlarında ıslanırdım yalınayak… Aydınlatırdı çocuk odamı göğe çizdiğim yıldızlar. Gidince umut yüklü trenler, boşalırdı resimlerimde demirden raylar…
Hangi ayak izinde kaldı çocukluğum? Gelecek düşlerim hangi yolun kıyısında bekliyor, gecenin son otobüsünü? Erişilmesi güç özlemleri hangi ebabil kuşu yükledi kanadına? Benim mi bu çığlık, yıldızlara erişir? Yarının kavgası yitirir gücünü, düşen her takvim yaprağıyla… Kaç yıldız çarpar acılarıma şaşırıp da yolunu? Bölünür acılarım gece düşlerinde. Bir yağmur damlası süzülür, soğuktur yanağımdan…
Gecenin penceresi yutarken güneşi, güneş batardı karşıdaki konakların pencerelerinde… Yiter giderdim ben karşılıksız ‘sevi’lerde, kızıla çalan hüzün karası düşlerle. Uydurma, ayaküstü konuşmalar yaratırdık, görürüm umuduyla sokağınızın başında akşamüstleri, okul dönüşleri… Açıp da bakardın bize cumbalı evinizin tül perdesini. Gülerdin, gözlerin doğardı geceye…
Gençtik, okul yıllarıydı. Gülüşlerimiz okşardı birbirini, koşarken hüzün bitimlerinde yürek atışlarımız. Kavuşmanın yüzyıllık sevinci
bitirirken, göz ucuyla özlemleri parmak uçlarımız değerdi birbirine ardımızda hüzünleri bırakarak. Iskalardı acılar bu kez, sevinçlerin sarmaladığı bedenlerimizi.
Yıllar geçti, kavuşacaktık… Olmadı! …
Acılara yazıldık uzadıkça geceler. Avuç içlerimize kazındı yazgımız. Hüzünsüz hücre kalmadı bedenlerimizde. Alaylar asılı yüzler! Tükürülesi yüzler! Gülümseyerek izlerken bakış uçlarımızı, bakış uçlarımız delerdi namussuz yürekleri. Delerdi de bir sızı el sallardı, sonu gelmez gecelerden.