EMEKLİLER VE DEMOGRAFİK DEPREM
Yaşanan acı ekonomik tablo ve artık sorunların çözümünde aciz kalan bir yönetimle karşı karşıyayız. Bu yazımda yaşadığımız ekonomik sıkıntının emekli ve çalışanlara yansıması ve sosyal güvenlik sistemimizin içine düştüğü çıkmazların ip uçlarını vermeye çalışacağım.
Yıllardan beri ülkemizin ‘genç nüfusa’ sahip bir Avrupa ülkesi olması ile övünür ve bunun büyük bir avantaj olduğunu düşünürdük. Şimdi bu rakamlara bir bakalım. 1935’te yaş ortalamamız 21.2 iken 1990’da 22.2 ye çıktı. 2021’de 33.1 e çıkan genç nüfus 2022’de ise 33.5’a yükseldi. Yani artık yaşlanıyoruz.
Emeklilerin oranına bakarsak 1935’te nüfusta emeklilerin oranı her çalışan 25 kişiden 1’i emekli idi. 2022 yılına geldiğimizde her 10 kişiden 1’i 65 yaşın üzerinde ve emekli. Yani çalışan nüfus sosyal güvenlik anlamında emeklilerin yükünü taşıyamaz duruma geldi. Dolayısı ile emeklilere sosyal güvenlik kurumlarımız 30 ya da 40 yıl önceki ücretleri ödeyememe noktasına geldi. İşte biz buna DEMOGRAFİK DEPREM diyoruz. Yani sonuç şu ki emeklilerimiz artık çok daha zor günler bekliyor.
Sosyal güvenlik sistemimiz son yıllarda gerek pandemi nedeniyle gerekse Avrupa’nın bastırması ile ucuz işgücü kandırmacası ile sisteme sokulan göçmen sayısının sisteme hiç katkısı olmazken, sosyal güvenlik kuruluşlarımızın giderlerini arttırmıştır. Buna sağlık sorunlarımızı da ekleyince emeklilere ve çalışanlarımızın ilaç ihtiyaçları bile karşılanamaz noktaya gelmiştir. Bu gün onlarca ilaca ulaşılamamakta halk büyük bir sağlık sorunuyla karşı karşıya kalmaktadır. Buna çalışan sağlıkçılarımıza yeterli ücret ödenmemesi ve toplumsal patlamalar karşısında güvenli çalışma ortamları yaratılmaması eklenince yaşanan göç dalgası ile içinden çıkılmaz durumlar oluşmuştur.
Özetleyelim artık; genç nüfus değil orta yaş ülkesiyiz. Yaş ortalamamız 33 ve çalışan her 10 kişi 1 emekliye primleri ile bakmak zorunda. Yoksa sistem tıkanıyor. Peki iktidar ne yapıyor? Sorunu bilimsel yollarla çözmek yerine emeklilik yaşını yükseltmek, emeklilere yaşam standartlarının çok altında ücret ödemek, hastane masraflarını hastalara yüklemek, emeklilik ikramiyelerini silmek yada tırpanlamaktan başka çözümleri yok. Nüfusu gençleştirmek için 3 çocuk yapmayı öneriyorlar, olmadı ülkeyi Afgan ve Suriyeli genç nüfusla dolduruyorlar. Ama göçmenlerin sosyal güvenlik içine prim ödemek anlamında sokamıyorlar.
Ülke kaynaklarına gelince ise tam bir yağma talan ve israf ekonomisinden vazgeçemiyorlar. Müşteri ve yolcu hatta hasta garantili sözüm ona yap işlet grupları maliyetlerinin 4 hatta 5 katına yandaşlara peşkeş çekilip hazineye çok ağır yük koydurmuşlardır. Bu yandaşlarla seçim masraflarını karşılayabilirler halkı kandırabilirler ama ülkede yaşanan depremlere karşı yapacakları hiçbir şeyde kalmıyor. Yardımsız yaşayamayan bir kitle oluşturdular. Bu gün itibarı ile 4.5 milyon insanımız ek yardım alarak yaşıyor. Aileleri ile bu da yaklaşık 17 milyon insanımızın açlık sınırında yada altında yaşadığını gösteriyor.
Ülkede ÜRETİM EKONOMİSİ çöktü. Üreten değil sadece tüketen bir toplum olduk. Ülkenin % 10’u çok zengin, % 20’si rahat yaşıyor belki ama % 70’i artık zor şartlarda yaşamaya başladı hele de büyük şehirlerde. Tarımda artık nerdeyse tüm ürünler ithal, sanayi keza öyle. Ve bunlar içinde döviz lazım. Üretemediğimiz için döviz girişi yetersiz. Araplar tesis ve arazi satın alırsa para veriyor. Ülkeye uyuşturucu dünyasının girişi de bu döviz ihtiyacından. Hatta vatandaşlık verilmesi de bu döviz ihtiyacından.
Ülke freni patlamış kamyon gibi gidiyor. ‘Dur!’ diyenlere ya dava açılıyor ya da 80’lik paşalar gibi içerde tutuluyor ki sesleri çıkmasın. Basın zaten ellerinde çok azı ses verebiliyor.
Peki iktidarın kendi içinden bir muhalefet çıkar mı? Denedi, olmuyor. Kılıçdaroğlu’nu şimdi daha iyi anlıyoruz. Peki neden kendi içinden çıkmıyor, çıkamıyor.
Onu da Alman psikologun görüşlerini anlatarak açıklayalım. Hannah Aredt’i dinleyelim; “Totaliter örgütlerin üst yönetiminde herkes şefin yalan söylediğini bilir. Ama şef kaybederse hepsi kaybedeceğinden susarlar.” İlke şefin yanılmazlığı değil, yenilmezliğidir. Buna olan inanç biterse, totalilerizmin hayal dünyası bir anda çökecek ve gerçek kazanacaktır…
Diktatörlerin o kadar göz göre göre yalan söylemelerinin sebebi, tabanlarının ahlakını bozmak ve suç ortağı haline getirmektir. Biliyorlar ki ertesi gün o yalanın tam tersini söyleyecekler ve taban bunu ‘ne büyük taktik deha’ diyerek bir kez daha alkışlayacak…
İyi haftalar dileklerimle.