GİTTİ LALE DEVRİ, GELDİ SÜLALE DEVRİ…
Devirler değişiyor, ancak esas oğlanlar, bayanlar ve figüranlar bir türlü değişmiyor. Ülke bu makus talihini bir türlü yenemiyor. Osmanlı devletinde 1718 yılında Avusturya ile imzalanan Pasarofça anlaşması ile başlayıp, 1730 yılında Patrona Halil isyanı ile sona eren dönemin adıdır Lale Devri. Bu dönemin padişahı 111. Ahmet, Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşadır. Lale Devri, zevk ve sefa dönemi olarak bilinir ve Lale Devrinin isim babası Yahya Kemal Beyatlı’dır. Zaman zaman hem Osmanlı İmparatorluğunda hem de Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, Lale Devrine benzer dönemler yaşanmış, bunun sonucunu toplum çok acı bir şekilde yaşamıştır. Ancak bu acı durum toplumun kulağına küpe olmamış, ülkenin tabiri caizse kaymağını yiyen, hiç çalışmadan, alın teri akıtmadan ekmek elden, su gölden misali bedava yaşamaya alışmış uyanık takımı. Elde ettikleri mevzileri kaybetmemek için, Lale Devrinin muadili Sülale Devrini başlatmışlardır. Ve kendilerinden başkasına, yönetim erkini vermeye hiçte niyetleri yoktur. Onlar mücadelelerinde haklıdırlar, dolayısıyla elde ettikleri mevzileri vermemek için, sonuna kadar direneceklerdir. Önümüzde ülkenin kaderini belirleyecek, çok önemli bir seçim dönemi var. Ancak seçimde aday olanlara, objektif bir yaklaşımla baktığınız zaman, babası bırakmış, oğlu veya kızı devralmış. Ya da bırakanın yeğeni veya başka bir yakını yer almış. Listelerde atama yöntemiyle yapıldığı için, seçmene sen sadece, bizim tespit ettiğimizi seçmekle yükümlüsün diyerek, adeta emrivaki bir seçme şartı, seçmenin önüne konmaktadır. Ancak bu emrivaki zulme tahammül eden milyonlarca seçmen, hiç düşünmüyorlar ki, iktidar erkine talip olan bu babaların oğulları, kızları veya yeğenlerinde, Türkiye gibi kocaman bir ülkeyi yönetme kabiliyeti var mı, bunun hesabı hiçbir zaman yapılmayıp, seçmen tıpış tıpış sandığa gidip, kendisine ne emir verilirse onun gereğini yerine getiriyor ve kendi cezasını yine kendi elleriyle veriyor. Böylece kendinin, çoluk çocuğunun ve toplumun kaderini belirliyor. Böylece bir seçim dönemi kapısından ayrılmayan seçilen, bir 5 yıl bir daha, o seçmenin bırak kapısını, semtine bile uğramıyor. Şimdi burada suçlu arama gibi bir argümanı kullanırsak, seçilen mi, seçtiren mi yoksa seçen mi suçludur. Hiç şüphe yok ki seçen suçludur. Onun için, toplumda siyasi bilinç gelişmeden, herkes sınıfını belirleyip, sınıfı içinde yerini almadan, bu ülkenin kaderi değişmeyecektir. Bu kaderi değiştirmenin tek yolu, sivil itaatsizlik kavramını çok iyi anlayıp sahiplenmek, her seçmenin birer Patrona Halil zihniyeti taşıması, nihayetinde bu değişime önderlik edecek kişilerin, bu siyasi inatlaşma anlayışını, devam ettiren insanlara, yaptığının yanlış olduğunu, bunun sonucunun kendisinin yanında çoluk çocuğunun, ve toplumun kaderini belirlediğini, sabırla ve yılmadan, bu insanlara anlatmak. Yoksa bu kafalarla bu ülke, çok daha büyük acılar çekecektir. Esen kalın…
