SARDOS ÜYELERİ, ACI TARİHİMİZE PEDAL ÇEVİRDİ
Keşan Saros Doğa ve Spor Derneği (SARDOS) üyeleri geçtiğimiz hafta sonu İpsala, Meriç, Uzunköprü sınır bölgesindeki köyleri içine alan bir bisiklet turu gerçekleştirdi.
3 gün süren turda bisikletçiler, bölgenin tarihi ve doğal alanlarında incelemeler yaptı. Turun asıl amacının; 1912 yılında yaşanan 1. Balkan Savaşı’nda Edeköy katliamının olduğu bölgeyi bizzat yerinde incelemek ve acıyı yaşayan vatandaş yakınlarının olayı kendilerinden dinlemek ve aynı zamanda Trakya ovasının yaşam kaynağı olan Ergene Nehri’nin şimdilerde nasıl bir ölüm nehri olduğunu yerinde görmek olduğu kaydedildi.
SARDOS Başkanı Faruk Eker, tur ile ilgili duygularını şöyle ifade etti: “Öncelikle şu noktayı içtenlikle belirtmek isterim ki, amacımız tarihin acı sayfalarını tekrar açarak insanların arasında kin ve nefret duygularını körüklemek değildir. Unutulmaya başlanan tarihimiz konusunda tekrar hafızaları tazelemek ve yaşanan acı olaylardan tüm insanlık olarak ders alıp benzer olayların yaşanmamasını dileyerek barışa katkı sağlamaktır.
Zaten turumuza konu olan kitabın yazarı da aynı temenni ile bu kitabı yazdığını belirtmiştir.
Bu anlamlı yolculuğa çıkmamıza sebep, Keşan doğumlu olan yazar Atakan Sevgi’nin ‘Balkan Savaşlarında Trakya Ve 1912 Edeköy Katliamı’ isimli kitabı oldu. Katliamdan kurtulanların yakınları ile yapılan görüşmeler, Osmanlı arşiv belgeleri, savaşı yaşayan asker ve gazetecilerin anılarına dayanılarak yazılan bu kitapta, o acı günleri yansıtan birçok görsel de kullanılmış. Kitap aynı zamanda ilk geniş kapsamlı bir tarih araştırması niteliği de taşımaktadır.
Sabahın erken saatlerinde Keşan’dan pedallar dönmeye başladı. İlk durağımız İpsala olacaktı ve bizi burada İpsala Spor BİDOST üyesi Yılmaz Bayraktar karşıladı. Kısa bir sohbet ve bazı dostları ziyaret ettikten sonra, kendisinden ilçenin tarihi ve doğal özelliği olan bölgeleri tanıtmak için rehber olmasını istedik. İlk gideceğimiz yer tarihi su kemeri oldu. Buraya giderken bir toprak tümseğe binlerce kırlangıcın yuva yaptığı ve içinde yavrular olan muhteşem bir yere rastladık. Bizlerden rahatsız olunca yaşam alanında onları daha fazla rahatsız etmeden oradan ayrıldık. Osmanlı zamanından kalma Türk eseri olan su kemeri bakımsızlık ve korunmamasından dolayı zamanla kaybolmaya yüz tutmuş. Buna rağmen bazı bölümleri yine dimdik ayaktaydı. Oradan ayrıldıktan sonra yine yakın bir bölgede, adeta insanlara bir ibret objesi gibi iki ayrı kökten çıkıp birleşerek tek bir gövde oluşturan ağacı görmeye gittik. Öylesine güzel, anlamlı bir ağaç ki sanki sevgiden birleşip tek vücut olmuş. Kesinlikle anıt ağaç olarak korumaya alınması gereken bir doğal güzellik. Bu güzel ağacı da gördükten sonra pedallarımız Tekke Bayırı olarak adlandırılan ve İpsala Müslümanlar tarafından alındıktan sonra ilk salanın okunduğu ve namazın kılındığı yer olarak söylenen bölgeye gittik. İpsala ilçesine hâkim muhteşem bir yer ve aynı zamanda Trakya Fatihi Karaca Ahmet yazıları yazan bir mezar taşı ve mezar da var ama durumu bakımsızlıktan içler acısıydı. Şimdilerde burası keyif verici maddelerin alındığı bir mekân olmuş ve bakımsız. Oradan da ayrıldıktan sonra öğle yemeği yiyip Edeköy yoluna koyulduk.
Akşam üzeri tarihin acı sayfalarının yaşandığı Edeköy’e vardık. Çiftçilerin işlerinin yoğun olduğu bu dönemde çok kişi tarlalarındaydı. Köy kahvesi önünde bir grup köy halkına selam verip yanlarına oturduk . Çok sıcak kanlı bir halkı olan bu köyde zamanında üç tane sinema varmış. Kendimizi tanıtıp ne amaçla geldiğimizi anlattıktan sonra başladık sohbete. Bize Edeköy katliamını anlatın dedikten sonra , kelimeler acı acı dökülmeye başladı. Meğer ne anılar varmış büyüklerinden aktarılan, içinde ibret, acı, kızgınlık ve ölüm olan. Edeköy o dönemde çok varlıklı ve nahiye büyüklüğünde bir yermiş. 1912 Birinci Balkan Savaşı ile ağır yenilgiye uğrayan Osmanlı ordusu geri çekilmiş, sahipsiz kalan Trakya Türklerinin baskılar ve katliamlarla acı günleri başlamış. Bu savaşta bölgenin sorumluğu Bulgar ordusuna verilerek Rum çeteler Bulgar ordusuna bağlanmış. Sonrasında Ermeni çetelerin de destek vermesiyle acı katliamlar artmış, kurulan ittifakla sanki bir haçlı seferine dönüşmüş. Ne üzücü ki katliamı yapan Rumların çoğu o dönemde katlettikleri Türklerin yanında ırgatlık yapan kişilermiş. Ekmeğini yiyip suyunu içtikleri aileleri katletmişler.
Katliamın yaşandığı Edeköy aslında daha ileride Meriç Nehri’nin tam kıyısındaymış. Meriç Nehri’nin taşması ve su baskınlarından dolayı köy eskiden Kadıköy olan bugünkü yere taşınmış ve iki köy birleştirilerek Kadıdondurma adını almış. Akşam geç saatlere kadar köy halkı ile sohbetler ederek maalesef acı anıları tazeledik.
Gece köy muhtarlığı misafirhanesinde kaldık. Muhtar ile iletişime geçmeye çalışsak da tanışma imkanını bulamadık. Bize en güzel ilgiyi ilk gittiğimizde eski aza olan köy berberi Mehmet Dinç ve sonrasında her türlü konuda yardımcı olan köy halkından Niyazi Yoldaş oldu. Niyazi bey aynı zamanda CHP Meriç İlçe Başkanlığını da yapıyormuş. Maalesef burada yaşanan mezalimi anlatan bir anıt dahi yapılmamış. Bu konuda bazı kişiler çaba harcasa da valilik tarafından gerekli destek alınamadığı gibi yapımına ikili devlet ilişkileri açısından sıkıntı olabileceği söylenerek izin verilmiyormuş. Bugüne kadar, Yunanistan Sofulu’dan görülebilecek acı tarihi anlatan görkemli bir anıtın yapılmaması, devletin, halkın ve hepimizin bir ayıbıdır. En kısa zamanda bu konuda bölge halkı gerekli girişimleri başlatmalıdır. Sabah Sofulu kasabasının hemen yanındaki Edeköy’ün eski konuşlu olduğu yeri gezip durumu hakkında bilgi aldıktan sonra teşekkür edip yola koyulduk. Bölgedeki köyler kız alıp vermekten dolayı bir şekilde birbiriyle akrabalık bağları oluşmuş. Bu sebeple gittiğimiz her köyde mutlaka bu acı tarih konusunda hikayesi olan bir vatandaşımız oldu. Biz de bu acı anıları ibret ve üzüntüyle dinledik. Umarız bu tür olaylar dünyanın hiçbir yerinde bir daha yaşanmaz.
Bu yolculuğumuz esnasında iki defa yollarımız Ergene Nehri ile keşişti. Bir zamanlar Trakya’nın yaşam kaynağı olan Ergene bugünlerde ölüm saçan nehir olmaya devam ediyor. Yıllardır bir çözüm bulunamayan ve organize sanayilerin kimyasal atıklarının karıştığı nehir köpüren siyah rengiyle korku saçıyor, kokusu da insanın burnunun direğini kıracak kadar ağır ve keskin. Ne yazık ki bu su ile koskoca ovada çeltikler sulanıyor ve insanlar bunu sofralarında tüketiyor. Bu günlerde Ergene sorununa çözüm bulunduğunu söylüyor yetkili makamlar. Ergene Nehri’ni Marmara’ya akıtan bir kanal yaparak sorunu çözeceklermiş. Şaka gibi!”