SİYASAL İSLAM, SİYASAL MİLLİYETÇİLİK
Son yıllarda sadece dünyayı değil ülkemizi de şekillendiren ne olduğu konusunda derin spekülasyonlara uğrayan bir konudur aslında. Hem bolca eleştirilmiş hem de bolca desteklenmiş bu akımın gerçek yüzü yavaş yavaş ortaya daha da iyi çıkmıştır.
Siyasal İslam ülkemizde Osmanlıcılık akımını temel alıp bunun üzerini din istismarı ile boyayan bir yapıdır. Dünyada el kaide ve ışıdın farklı versiyonları olarak gündeme gelmiş ve yaptığı eylemler ve fikir olarak İslam’ın ilk çıkış yapısını sözüm ona korumak üzere kendine taban bulmuştur. Unutmamalı ki İslami siyasal akımlar aslında hepsi batı kaynaklı sömürgeciliğin üstüne örten ve ideolojisi dışarıda planlanan akımlardan başka bir anlam taşımamaktadır.
Ülkemizde Osmanlıcılığın canlandırılması yeni Türkiye’nin laiklik temeli üzerine kurulmasına duyulan öfkeyi kitleleri politize ederek taban bulmasında görüyoruz. Osmanlı dini temelli yasalarla ve din adamlarının sonsuz özgür ortamı ile toplumsal bir sınıf olması ile biçimlenmişti. Oysa ki laik Türkiye din adamlarının ekonomik siyasi ve sosyal egemenliğine son vermişti. Dinciler bu nedenle yeni Türkiye yi ‘Darül harb’ olarak yani bir nevi şeytan devleti görüyor ve yağma, talan ve yok edilmesi gereği üzerine bir siyaset izliyorlardı.
Siyasal İslam ABD’nin yıllardır uyguladığı yeşil kuşak ve Büyük Ortadoğu projesinin de bir sonucudur aslında. İslam ülkelerinin ekonomik kaynaklarını, madenlerini, turizm alanlarını ve ticari kapasitesini tamamen kontrol altına almak ve gerektiğinde savaşlar çıkartıp kendine tamamen bağımlı yapılar kurulması anlamına geliyordu. Demokrasinin askıda olduğu İslam ülkeleri ya krallar ya şeyhler ya da tek yetkili kişilerce yönetilmeli idi. Bu emir alan tek kişiyi kullanarak istedikleri gibi bir siyasal yapı kurmaları için elzemdi.
Siyasal İslam kurulduğu ülkelerde, fabrikaları satar, limanları, yolları ve özel şirketleri uygulanan saçma ekonomik politikalarla güçsüzleştirip elden çıkarılmalarını sağlar. Ülkede ne savaş vardır ne de üretimsizlik ama hep ekonomik kriz vardır hep enflasyonist politikalar uygulanır ve hep üretim değil tüketim özendirilir. Bu politikalar halkı sürekli borçlu kalmaya ve mal varlıklarını satmaya zorlamaya itmektedir. Sınıflar arasında uçurum derinleşir ülkenin milli geliri artık yeni bir dinsel sınıfın eline geçmeye başlar. Yeni dinci sınıf dövize endeksli ve değerinin 4-5 katı fiyatlarla ve üstelik garantili yolcu, hasta ve araç gibi unsurlarla hazinenin kendilerine bağlanmasıyla oluşur. Bu yapıya vakıf yoluyla ekonomik alanlara dalan tarikatları ekleyin ve üstelik vergi bile vermediklerini düşünün ülke talanının boyutlarını kavrayabilirsiniz.
Anlayacağınız siyasal İslam batının bir sömürgecilik deneyiminin dinsel kılıflı uzantısıdır. Yöneticileri torunlarına kadar çifte vatandaştır ki gerektiğinde ülke dışına kaçabilsinler. Ülkenin talanını uydurma ekonomik politikaları yaldızlayarak, dine dayandırarak ve ekonomin evrensel yasalarını hiçe sayarak topluma medya yoluyla yuttururlar. Medya olmazsa ya da yetmezse çıkarılan kanunlarla hatta bunları doğru kanunların içine torba yasa ile sıkıştırarak toplumdan gizlerler. Kadrolarını devletin en mahrem yerlerine hile entrika sahte sınavlarla yerleştirip toplumsal tepkilerden uzak tutarlar.
Siyasal İslam ümmet birliğini savunur ve bu nedenle kurulan ihvan ve Müslüman kardeşler gibi yapılarla farklı ülkelerdeki insanları bünyesinde toplayıp sömürünün farklı ülkelere de yayılmasına aracılık ederler. Bu plan maalesef tutmuş ve halk uzun zaman uyutulabilmiştir.
Peki SİYASAL MİLLİYETÇİLİK bu yapının neresinde? Malumunuz ki siyasal İslam ümmeti savunurken milliyetçilik akımları ulus temelindedir ki bu iki yapı taban tabana zıttır.
Milliyetçilik nasıl aşındırıldı? Önce Türk-İslam sentezi söylemleri ile halkın ulus bilinci üzerine din oturtuldu. Özelliklede suni din inancı oturtuldu. Sentez nasıl olacaktı peki Türk gelenekleri ile İslami gelenekler birleştirilecekti. Ama olmadı olamazdı. İslami gelenekler Kuran’a dayandırıldı ve kurandan bir adım uzaklaşmak dinden uzaklaşmak sayıldı ve reddedildi. Ülkede Türk’e ait gelenekler paylaşılmadı milli gelenekler ve bayramlar kutlanmamaya ama acı yanı şuki dini gelenekler milli gelenekler gibi sunulmaya başlamıştır.
Ülkede adaları kaybederiz, Suriye’de toprak kaybederiz siyasal milliyetçiliğin umurunda bile olmaz. Toprakları satılır, ovaları barajları limanları satılır ses çıkarmaz.
Siyasal milliyetçilik şarkı söyler sadece ‘ırmağının akışına ölürüm’ diye ama ırmakları siyanürle zehirlenir oralı bile olmaz. Çiftçisi tarımı bırakır hayvanlarını borçtan satar aldırmaz. Ülkesi, İslami ülkelerden gelen göçmenlerle dolar, iş sahaları yabancılara geçer yine aldırmaz.
Siyasal milliyetçilik günümüzde suni İslam’ın temsilcisine dönüşmüştür ve bu haliyle de emperyalist sömürü ve sömürgeciliğin bir kurumu haline girmiştir. Ben siyasal milliyetçilere Piri Türkistan Ahmet Yesevi nin bir sözünü hatırlatayım ‘Türklük bana Tanrının armağanıdır, din ise benim seçimim.’
Türkler dünyada sadece Müslüman değil, Hıristiyan, Ortodoks, tengrici vs. farklı dinlere mensupturlar. Sunni olmayan Türkleri kapsamayan siyasal milliyetçilik sadece emperyalizme hizmet eden bir anlayıştır. Unutmamalı ki Turan fikri bile Hunistan’lı (Macar) Hıristiyan bir Türkün fikridir. Urfa’da Hıristiyanlığı kabul eden Karaman Türkleri bu gün Yunanistan’da yaşıyorlar ve biz onları bile görmezden geliyoruz.
Siyasal İslam ve siyasal milliyetçiliğin tek ortak yanı Osmanlıcılıktır. Aslında diğer bir ortak yanları da tek adamcılıktır. Taban tabana zıt bu iki oluşum ancak ve ancak emperyalizmin eşsiz dahiyane oyunuyla yan yana gelebilmiştir.
Bu ülke artık kuruluş felsefesine ve dünyaca kabul görmüş siyasal, sosyal ve kültürel adımlara ihtiyacı var. Yozlaşan çirkinleşen demokrasiden gittikçe uzaklaşan ve ekonomik değerlerini bir bir yitiren ülke olmaktan bir an önce çıkmaya yeniden toparlanmaya ihtiyacı var. Umarım başarırız umarım dereler nehirler kendi yatağında akmaya başlar. Umarım aydınlık yarınlar aydın insanların önderliğinde yeniden kurulur. Buna çok ihtiyacımız var.