TABUT-I CESİM İSTANBUL
Hiç kimse bana; ülkede yedi günlük yas ilan edildi, zaman, siyaset ve felaket telallığı yapılacak, iktidarı eleştirecek zaman değildir, falan demesin. Çünkü Türk Milleti balık hafızalıdır ve kısa süre sona, bugün yaşanan acılar unutulacaktır. Yazı başlığını en sona bırakarak, ülkemin güney ve güneydoğusunda yaşana deprem felaketi üzerinde duracağım. Depremi; maden kazası gibi kader ve fıtrat olarak yorumlayacaklara da: “Hadi ordan” diyeceğim.
Emekli öğretmen Hüseyin Erkan’dan gelen bir ileti: Hammurabi Kanunları Madde 229:“Eğer bir inşaat ustası bir adama ev yapar ve yapılan ev yeterince sağlam olmayıp sahibinin üstüne çökerek ölümüne sebep olursa o inşaat ustasının başı uçurulur. (M.Ö. 18 Yüzyıl)”
Teknolojinin T sinin olmadığı yüzyılda devleti yönetenlere bakın, bir de 21. yüzyılda yaptıkları imar afları ve imar barışlarıyla çürük bina yapımına ve insanların ölümüne davetiye çıkaranların tutumuna bakın. Kentsel dönüşümü rantsal dönüşüme çevirenlerden ne beklenebilir ki.
9 saat arayla, 7.7 ve 7.6 büyüklüğünde, 10 ili kapsayan deprem sonrasında her enkaza anında müdahale edilememesini eleştirecek değilim. Depremlerin yaraları; deprem sonrasında alınacak tedbir ve uygulamalardan ziyade, deprem öncesi yapılan hazırlıklarla sarılır. Deprem sonrası yapılacakların planları, önceden hazır değilse, başarı beklemek hayalden öte geçemez.
Deprem geçmişimize şöyle bir bakalım mı? Cumhuriyet sonrası ilk büyük deprem Erzincan’da 27 Aralık 1939’da 7.2 şiddetinde yaşanmıştı. 116.720 bina yıkılmış, 32.962 can kaybı olmuştu.
17 Ağustos 1999 Gölcük (7.4) ve 12 Kasım 1999 da Düzce (7.2) depremlerini yaşadık. 20 binin üzerinde canımız yitirdik. Bu depremi siyasi otoriteler, milat kabul etti. Bundan böyle deprem yaralarını sarmak için deprem vergisi diye bir vergi ile Özel Tüketim Vergisi adı altında bir başka vergi yaşamımıza girdi. Toplanan paralar; böyle felaketlerin yaşanmaması adına kullanılacaktı. Aradan 24 yıl geçti. Kahramanmaraş ili Pazarcık ve Elbistan ilçesi merkezli depremlerde; 1999’dan ders alınmadığı ve vatandaşlardan toplanan paraların, hiç edildiği ortaya çıktı.
Deprem ülkesi Japonya’da; 11 Mart 2011’de 9.0 şiddetinde ve 6 dakika süren Tohoku depreminde 400 binden fazla bina yıkılmış, 18.431 kişi yaşamını yitirmiş. 16 Mart 2022’de olan 7.3 şiddetindeki Fukuşima depreminde ölenlerin sayısı sadece 2 kişidir. (Yazı ile iki kişi)
Daha önce söylenen; “İnsanları deprem değil binalar öldürür” sözü bugün; “Deprem öldürmez, hırsızlar öldürür” sözüne dönüştü dersek, mübalaa etmiş sayılmayız. Neden mi?
Deprem paraları nereye gitti diye sorulan Bakan Mehmet Şimşek: “Para, duble yollara gidiyor, demir yollarına, hava yollarına, çiftçimize, eğitime gidiyor” yanıtını vermişti.
Bir gazetede köşe yazısında okuduğum bilgi doğruysa; Türkiye’nin bugün belki en büyük müteahhitlerinden biri diyebileceğimiz kişi (adı bende saklı) 2009’da verdiği bir röportajda: “1970’lerde, İstanbul’un Anadolu Yakası’nda yapılan inşaatların malzemelerini ben sattım. Kumları Marmara Denizi’nden, demirleri; hurdadan çektik” demiş. Deniz kumu, hurda demir, inşaat???
Müteahhit deyince araştırma yaptım. Üç beş kuruş parası olanın müteahhit olduğu ülkemizde; 330 bin, sadece İstanbul’da 60 bin müteahhit varmış. Avrupa’da toplam müteahhit sayısı 25 bin civarında iken, bizim kadar nüfusu olan Almanya’da müteahhit sayısı 3.800 civarındaymış.
İnşaat piyasasında bu kadar çok müteahhit olunca, iş bulmak için ne yapmak gerekir? İnşaatı ucuza getirirsen iş bulabilirsin. O zaman; demirden, çimentodan ya da işçilikten çalmak gerekecek. Başka türlü olması mümkün mü? İşin içinde, liyakatsiz kişiler, rüşvet, denetimsizlik, rant, yer bilimcilerinin uyarılarının göz ardı edilmesi de olunca; acı son kaçınılmaz olacaktır.
Yazı başlığına gelirsek:
1960’lı yılların başı. Yer; Keşan Atatürk Ortaokulu, Ders Türkçe, dersin öğretmeni, aynı zamanda okul müdürü de olan Hamit Fethi Gözler. Sınıf olarak Mithat Cemal Kuntay’ın VATAN HİSLERİ başlıklı şiiri üzerinde çalışıyoruz. O günden bugüne unutamadığım şiirin iki dizesi:
“Ölmez bu vatan, farz-ı muhal ölse de hatta/ Çekmez kürenin sırtı o tabut’ı cesîmi” şeklinde idi. Şair bu dizelerde; Türkiye Cumhuriyeti’nin ölmeyeceğini, ama bir şekilde öldüğünü farz edelim, o zaman dünya devletleri, bu büyük tabutu sırtında taşıyamaz demek istiyor.
10 il ve 13,5 milyon insanı kapsayan son depremde yaşananları izledikçe, yaklaştığı söylenen ve 7.5 büyüklüğünde olacağı tahmin edilen İstanbul depremini düşündükçe uykularım kaçıyor. Hele depremin; Kocaeli, Bursa, Balıkesir, Çanakkale ve Tekirdağ illerini de kapsayabileceğini düşünürsek, felaketin büyüklüğü tahmin edilemez.
Uzman uyarıyor, yönetici kulağının üstüne yatıyor, bir de: “Çatlasanız da, patlasanız da Kanal İstanbul yapılacak” deniliyor. Gecekondulaşmanın, çarpık yapılaşmanın olduğu İstanbul ve depremden etkilenecek illeri göz önüne getirip, nüfus ve sanayi tesislerini düşündüğümüzde, mevcut yapılaşmada bir iyileştirme yapılmazsa: Şair; T.C ölürse, dünya bu büyük tabutu kaldıramaz demişti, ben de; İstanbul ve çevresi ölürse, T.C bu büyük tabutu kaldıramaz diyorum. Bilmem haksız mıyım?
11.02.2023 Mehmet USLU– Emekli öğretmen
- HEM MEYDANI HEM YOLU, İKİSİ DE DEFOLU - 29 Mart 2024
- PROJELER MEZARLIĞI KEŞAN - 24 Mart 2024
- İFTİRA DEĞİL, GERÇEK… - 17 Mart 2024
- VATANDAŞIN DERDİ GEÇİM, İKTİDARIN DERDİ SEÇİM - 10 Mart 2024
- 31 MART 2019’DAN 31 MART 2024’E - 3 Mart 2024
- YANLIŞLARLA DOLU OLAN KİTAPLAR - 18 Şubat 2024
- KÖPRÜDEN ÖNCEKİ SON ÇIKIŞ - 11 Şubat 2024
- DESTANIN HÜSRAN SAYFALARI - 27 Ocak 2024
- MECBUREN MECBUREN MECBURİYETTEN… - 14 Ocak 2024
- BİR YOL HİKÂYESİ - 6 Ocak 2024